KURUMSAL
SON DUYURULAR
Başkanımızın Açıklaması
16 Temmuz 2023Yardımlaşmanın ve paylaşmanın ayında ayrım yapmadan Benlitaş,Baltacı,Güneyköy ve Korucu Mevkilerimizde bulunan ihtiyaç sahibi 100 aileye ulaştırmak üzere Korucu Dernek Olarak hazırladığımız kumanyaları dağıttık çok şükür.
02 Nisan 2023Köyümüzün güvenlik kamera sistemi aktif hale gelmiştir.
30 Mart 2023Yeni Web Sitemiz yayında....
07 Ocak 2023Olağanüstü Kongre
03 Temmuz 2022Salih Sevim Yazarın Tüm Yazıları
Çok sevdiğim ve her gün doğruluğunu müşahede ettiğim bir atasözü ile başlamak istiyorum bu yazıma. “Akılları pazara çıkarmışlar ve günün sonunda herkes pazardan kendi aklını satın almış.” (Bu bir atasözü müdür özdeyiş midir bilmiyorum. Atasözü ile özdeyiş veya modern zaman tabiri olarak aforizma benzer anlamlarda kullanılsa da aforizma ya da özdeyiş denilen özlü söz atasözü gibi anonim değildir yani sözün sahibi bellidir. O anlamda atasözü gibi duruyor.) Herkesin her şeyi bildiği bir çağda yaşıyoruz ve kimse kimsenin aklına, tavsiyesine muhtaç değil maalesef. Fakat biz başkalarının aklına tavsiyesine muhtaç değilken onlar ise şiddetle bizim aklımıza muhtaç. Küçücük çocuklar bile boylarından büyük laflar ediyor bol bol. Çağımız dedim ama bilmiyorum eski zamanlarda da böyle mi idi. Fakat zamanımızda bu durumun çok daha açık ve seçik görülebildiği kanaatindeyim. Herkesin her şeyi bilmesinden daha vahim olan ise herkesin bildiğinden yüzde yüz emin olması. Artık şüphe ortadan kalkmış gibi insanoğlu için bildikleri konusunda. Karadenizlinin otoyolda ters yöne girip radyodan duyduğu otoyolda bir araç ters yönde gidiyor anonsuna ne birisi hepsi ters yönde gidiyor şeklinde tepki vermesi gibi kendimizin yanlış yapıyor, yanılıyor olabileceği düşüncesi pek aklımıza gelmiyor. Yani siyasetten ekonomiye, dinden futbola, insan ilişkilerinden uluslararası ilişkilere kadar herkesin her konuda bir fikri var ve tartışmaya kapalı. Göstermelik olarak tartışıyor, konuşuyor gibi yapsak da aslında amacımız o konuda bir şeyler öğrenmek başkalarının fikirlerini merak etmek değil genelde kafamızın içindekini karşımızdaki kişiye empoze etme çabası olarak kendini gösteriyor. İnsanlar bir konuyu tartışıyorken karşısındakinin haklı olabileceği veya doğru şeyler söyleyebileceği ihtimalini bile düşünmeden sadece kendi kafasındaki fikri karşısına aktarma amacındalar çoğunlukla. İstisnalar olduğu muhakkak.
“Bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp” demiş eskiler. Bizim bilmediklerimizi öğrenmemizin önündeki en büyük engel işte tam da girişte naklettiğim atasözü gibi geliyor bana. Yani herkesin akli tekamülü tamam olduğundan (!) öğrenmeye kapalı. Bir tezat olarak kendisi öğrenmeye kapalı olan insana göre ise diğerleri öğrenmeye akıl almaya açık olmalı ve kendisini dinlemeli. Yani kendisi ne kadar kamil bir insan ise diğerleri o kadar ham ve muhtaç. Hatta bu durum herkes için geçerli nesnel konuların ötesinde öznel alan için de geçerli. Nesnel yani objektif bilgi kişiden kişiye değişmeyen herkes için aynı olan bilgi demek iken öznel yani sübjektif bilgi kişiden kişiye değişen bilgi demek olduğuna göre konumuza gelirsek nesnel yani herkes için geçerli olan meselelerin ötesinde öznel meselelerde bile kendi hissiyatımızı nesnel bir doğru gibi başkalarına dikte etmeyi seviyoruz. Hangi lokanta iyi yemek yapar, kim daha güzeldir, hangi müzik veya sanatçı iyidir, hangi balık daha lezzetlidir gibi. Adı üstünde sübjektif, öznel, göreceli yani kişiden kişiye göre değişebilen kavramlardır güzellik, lezzet vs… Genel meselelerde dahi başkalarından en ufak bir yönlendirmeye tahammül edemeyen insanoğlunun, öznel bakışlarını başkalarına acımasızca empoze etmeye çalışmasının da ne yaman çelişki olduğu apaçık ortadadır.
Konumuzun bir başka boyutu da şu ki; bir kitap okuyorken, bir video izliyorken, birini dinliyorken yine kendi kafamızdaki konuya ilişkin fikrimizi ne kadar destekliyor, okuduğumuz veya dinlediğimiz şey bizim fikrimizle ne kadar uyuşuyor ona göre seçiyoruz okuyacağımız veya dinleyeceğimiz şeyleri kişileri. Değilse öğreneceğimiz yeni bir şey olmadığına, zaten mevzuyu bildiğimize ve yeni bir bilgiye ihtiyaç duymadığımıza göre bünyemiz reaksiyon gösteriyor. Yani aslında konu belki çağ ile coğrafya ile ilgili olmanın da ötesinde insan olmak ile de ilgili bir handikap gibi duruyor. Yaradılıştan gelen insani bir özellik aynı zamanda insanın bilgiye karşı yaklaşımı.
Aslında insan öğrendikçe ne kadar eksik olduğunu ne kadar çok çalışması öğrenmesi gerektiğini daha iyi anlıyor olsa gerek. Bununla ilgili iki sözü aktarmak önemli yeri gelmişken. Mezhep imamlarımızın en büyüğü İmam-ı Azam Ebu Hanife bütün bilgisine rağmen “Bilmediklerimi ayaklarımın altına alsaydım başım göğe ererdi.” sözü ile ismi çağları aşan yunan filozof Sokrates’in “Bildiğim bir şey varsa o da hiçbirşey bilmediğimdir.” sözü meşhurdur. Yani tevazu ile bilgelik veya zıddından bakarsak cehalet ile ukalalık birbiriyle kardeş gibi. “Meyveli ağacın dalları eğik olur” sözünde de buna benzer bir anlam var aslında. Bilge insan mütevazi olur dalları eğik bir meyve ağacı gibi ve bilgiye, dinlemeye, öğrenmeye de herkesten daha açık olur.
Ömrünü belli meselelere vakfetmiş, bizim okumaktan aciz olduğumuz onlarca yüzlerce kitap yazmış bir kişinin uzmanlık alanı olan bir meselede söylediği sözleri hemen kulak arkası edebilmemiz de yine bu bilmişlikten geliyor gibi. Bazen bu kişileri hemen yaftalayıp hakaret dahi edebiliyoruz. Dünyayı dolaşmış, farklı ülkelerde şehirlerde bulunmuş bir kişinin söylediklerini, yazdıklarını, ömründe köyünden dışarı çıkmamış bir kişinin hemen kolayca yargılayıp hükmünü vermesi de yine dramatik bir durum. Denilebilir ki illa gidip görmek tanışmak gerekmez televizyonlardan internetten başkalarından dinleyip gördüklerimiz yeterli fikir sahibi olmamız için. Fikir sahibi olmak için önce bilgi sahibi olmak lazım. Bilgi sahibi olmak için de meselenin özelliğine okumak, gezmek, dinlemek gibi yapılması gereken şeyleri yapmak gerek öncelikle.
İnsanlar arası diyaloglarda; bilmiyorum, fikrim yok, haklı olabilirsin, ben yanlış biliyor muşum gibi sözler sanki çok az duyuluyor. Onun yerine sen ne anlarsın, sana soran da kabahat, seninle tartışan da suç, hata bende ki seni adam yerine koydum gibi sözler de o kadar çok duyuluyor gibi. Dolayısıyla insanoğlunun kendisine ve bilgisine güvenmesinde bir beis olmamakla birlikte öğrenmeye açık olması, sorgulayıcı ve şüpheci olması, yeterince bilmediği konularda bol bol okumalar yapması önemlidir diye düşünüyorum.
Kalın sağlıcakla…