KURUMSAL
SON DUYURULAR
Başkanımızın Açıklaması
16 Temmuz 2023Yardımlaşmanın ve paylaşmanın ayında ayrım yapmadan Benlitaş,Baltacı,Güneyköy ve Korucu Mevkilerimizde bulunan ihtiyaç sahibi 100 aileye ulaştırmak üzere Korucu Dernek Olarak hazırladığımız kumanyaları dağıttık çok şükür.
02 Nisan 2023Köyümüzün güvenlik kamera sistemi aktif hale gelmiştir.
30 Mart 2023Yeni Web Sitemiz yayında....
07 Ocak 2023Olağanüstü Kongre
03 Temmuz 2022Salih Sevim Yazarın Tüm Yazıları
Tüketim toplumu olduk, tüketerek mutlu oluyoruz veya mutluluğu tüketimde arıyoruz, çocuklarımız da eşlerimiz de olan şeylerin yenisini almaya devam ediyor, ne kadar kazanırsam yetişemiyorum, ne kadar alırsak da eksikler bitmiyor. Bu tip düşünceler, söylemler birçoğumuza yabancı değil diye düşünüyorum. Neden ve ne zaman böyle oldu ve bu kısır döngüden bir çıkış yolu var mı? Hangimizin hayatının kontrolü kendi elimizde, kendi hayatımıza ne kadar hükmedebiliyoruz? İnsanoğlu denen yaratık yaşadığı hayat içerisinde neden bu kadar edilgen? Bu cümleler ve sorular aslında materyalizm denilen maddiyatçı çağımızın gerçeklerinin farkına varmadan huzur ve mutluluk arayışının beyhude çabalarının dışa vurumu olsa gerek. Konuyu açmadan önce bazı ekonomik, sosyolojik, tarihi ve siyasi kavramlara ilişkin değerlendirme ve tespitler yapmak gerek.
Öncelikle ekonomi ile başlamak gerekirse, ekonomi denilen ilmin bazı temel kavramları ve kuralları olduğunu tespit etmek gerekiyor. Talep, arz, maliyet, hasılat, fiyat, istihdam, sermaye, emek, piyasa gibi bazı kavramlara hemen hepimiz aşinayız. Mesela piyasa denilen kavram, alıcı ile satıcının bir araya geldiği, ellerindeki şeyleri değiş-tokuş ettiği diğer anlamıyla pazar diyebileceğimiz yerdir kısaca. Fiyat yine, piyasada alıcı ile satıcının pazarlığı sonucu ortaya çıkan bir kavram. Talep bir mal veya hizmete olan alma isteği iken arz bir mal veya hizmetin üretilip piyasaya sunulmasıdır. Piyasa veya pazarın, insanlar bir araya gelerek ürettiklerini satarak ihtiyaç duydukları şeyleri aldığı yer olması gerekirken ve yüzyıllar boyunca böyleyken Amerika Birleşik Devletlerinin dünyanın siyasi ve ekonomik hayatına hükmetmeye başladığı 1950lerden sonra farklı bir hüviyete büründü piyasa kavramı. Şöyle ki, bu zamana kadar insanların talebi arzı belirlerken bu zamandan günümüze arz talebi belirler oldu. Örneğin, ekmek, tuz, yağ, ayakkabı, telefon, araba, şemsiye, masa gibi malların veya otel, lokanta, nakliye gibi bir hizmetin üretilebilmesi için o mal veya hizmete talep olması gerekli iken, ABD’nin dayattığı veya öğrettiği yeni ekonomik sistemde, insanların ihtiyacı veya talebi olup olmadığına bakılmaksızın üretim yapılarak reklam ve finansman vasıtasıyla bu ürünleri ve hizmetler insanlara satılır hale geldi. Bugün şikayetçi olduğumuz tüketim kültürünün temelinde bu mekanizma yatmaktadır. Telefon, televizyon, internet, bilgisayar, gazete gibi kitle iletişim araçlarının gelişmesi ve yaygınlaşması sonucunda üretilen mal ve hizmetler reklam vasıtasıyla insanlara ulaştırılıp tanıtılıyor ve onların bir şekilde bu ürünlere özendirilmesi yoluyla tüketilmesi sağlanıyor. Yürüdüğümüz, araç kullandığımız yolların sağı solu üstü reklam panoları ile donatıldı, telefonla veya referansla pazarlamacılar kendilerini evimize davet ettirdi, ortamdaki muhabbetten kelimeler seçen telefonlarımız biz telefonda haber okuyorken mesela karşımıza az önce konuşulan ürünlerin reklamlarını çıkarttı vs derken bir reklam bombardımanı altında alışveriş yapar olduk.
Sürekli büyüme hedefi ortaya koyan ülke ekonomileri, çok uluslu veya yerel şirketler, üret, tanıt, kredi imkanları oluştur ve sat mantığı ile dünya ekonomik sistemine hakim oldu. Bir yönüyle yenilik getiren ürünler hayatı kolaylaştırırken diğer yönüyle de çok fazla zorlama ürünler ihtiyacımız olmadığı halde hayatımıza girmeye başladı. Eskisini getir yenisini götür kampanyaları, oturma odasında olan televizyon veya internet diğer odalarda da olsun, eşiniz maç izlesin siz filminizden mahrum kalmayın telkinleri bizleri esir aldı resmen. Çocuklar için çizgi film kanalları, hanımlar için yemek kanalları, erkekler için spor kanalları, ergenler için müzik kanalları, anne babalar için dini içerikli sohbet kanalları vasıtasıyla reklam kuşaklarında herkesin nabzına ayrı şerbet verildi. Hülasa, herkese her keseye bir cazip teklif mevcuttu. İmkanı olmayanlara ise kredi ve kredi kartı imkanları sonuna kadar açıktı.
Çok yakın zamana kadar hepimizin elbisesi de ayakkabısı da evdeki sarf malzemeleri de ihtiyaç kadar iken bugün evimizin dolapları, çekmeceleri, depoları, ardiyaları kullanılmayan ve de kullanılmayacak olan bir sürü şeyle dolu. Şunu da alayım çok güzelmiş, bunu da alayım lazım olur, şunun fiyatı da çok uygun, bunda büyük indirim, şundan arkadaşım almış ben de almalıyım vs sebeplerle alış veriş yapmak moda oldu maalesef. Eskiden babadan oğula miras kalan paltolar varken şimdi ikinci yıl giyilen elbise kalmadı gibi. Amacım tabii ki almayalım, eski giyelim yamalı giyelim değil. İnsan ihtiyacı olan herşeyi imkanları ölçüsünde alabilir. Ancak hiç giyilmeden ya da birkaç defa giyilerek çöpe atılan, pis işleri yapıyorken giyilmek üzere ayrılan, yakılan, giysi kumbarasına atılan, eskiciye verilen elbiseler, 50 yıllık ömrü olsa da 10 yılı doldurmadan yenilenen mobilyalar, köşe başlarında ne işe yaradığı belli olmayan süs eşyaları vs gibi fazlalıklar hepimizin malumu değil mi? Yani esas sıkıntı şurada başlıyor. Senin birikimlerinle aldığın araban sana yetiyorken sana öyle bir finansman imkanı sunuyor ki araba firması sen ömrünün 10 yılını ipotek altına alıp yeni üst model bir arabayı alıyorken bu tuzağın farkına varamıyorsun. Oturduğun evin oda sayısını bir artırmak için bir 10 yıl daha ipotek ediyorsun ömründen. Bir şeye ihtiyacın olmasa da çevrenden görüp özeniyorsan veya reklamlar vasıtasıyla özendiriliyorsan, satın alma gücün yoksa da sistem sana bu defa cazip finansman imkanları sunuyor. Tarlan, evin, arazin, hayvanların, mahsulün, maaşın vb karşılığında kredi kullanabiliyorsun. Yani artık ayağını yorganına göre uzatmak zorunda değil hiç kimse. Aslında borçlanan insan hayatından sağlığından ödüyor bu borçları. Veya mülkiyet el değiştiriyor ödeyemediğin kredi karşılığında evin, araban, tarlan haczedilince. Ankara’da bir avm de dükkanı olan bir kişiye neden avm deki dükkanların yarısı boş diye sorduğumda bunların banka tarafından hacizli olduğu, bilinçli olarak satış veya kiralama yapmayarak avm nin cazibesini ortadan kaldırarak diğer dükkanların da iş yapamayarak iflas ettirilmeleri yoluyla onlara da sahip olma stratejisi güttüklerini söylemişti. Ve nitekim dediği gibi oldu ve banka avm nin tamamına sahip oldu bir süre sonra.
Bu konu üzerine çok şey yazılabilir. Herkesin bir hikayesi, söyleyeceği birkaç cümlesi vardır bu konuda muhakkak. Kolay olmasa da bu çarkı kırıp çıkmak, bu kısırdöngüden kurtulmak imkansız değil. Önce kendimiz, sonra eşimiz ve çocuklarımız ile kararlı ve iradeli bir tutum belirleyebilmek, bu konu üzerine farkındalık oluşturmak hem bizim hem toplumumuzun hem de ülkemizin ve dünyanın geleceği için önemli diye düşünüyorum. Eğer biz bunu yapamazsak ve başaramazsak hayatımız avuçlarımızın içerisinden kayıp gidiyorken sadece bilinçsizce izlemek ile ömrümüzü tamamlamak zorunda kalırız.
Vesselam….
(yorum, görüş ve öneriler için e-mail: salihsevim@hotmail.com)